Casus sancti galli


Görüyorsunuz ya, "dilin bir dilim et" gibi gevelenmesi, çocukluğunda başından geçn tecrübeye dayandırılmak zorundadır. Ayrıca yine onun malûm oyunları: Örnekleri çoğaltmak mümkün iken biz şimdilik bu kadarıyla yetinelim, yalnız dilin bir de başkaldırıcı evirimi vardır ki, onunla da "ses"te karşılaşırız. Et kokusu almış keratanın canına minnet, ileride olup biteceklerden habersiz koyverir kendini sıcak suların ve yeni keşfettiği ıpıslak temasların hazzına, nasıl olsa semeresini bir gün toplayacaktır dizelerinde.

Günün birinde bizimkinin erkekliği sertleşir, eski geleneksel aşkıyla yetinmeyip diğer köylü kızların peşısıra koşar, onları ıssız köşelerde sıkıştırır, oralarını buralarını sıkar, nereye el atsa zaten önceden bildiği yerlerle karşılaşır. Neyse lafı uzatmayalım, o uzun saçlı malûm kız olup bitenleri işitir ve bizimkini bir daha yıkamaz. Bu tavır zıpır oğlana çok koyar, gider kızın kapısına, yalvar yakar olur, ama kızın tatar inadı tuttmuştur bir kez; inatçı kız nasıl başardıysa, ufacık köy yerinde bir daha ikisi bir araya gelmezler.

Bu tecrübe uçarı delikanlı namzetini adeta yıkmıştır; mecnunlaşır gitgide. Bir de çok sonraları bir hadise vuku bulur ki, onu göğsünün tam orta yerinden vurur. Fazla lafa hacet yok, o yuğucu kız bir şehre sermaye olur, başlangıcını apışarasından alan bir süreçle oralarda eskir gitgide, ta ki günün birinde köyüne geri dönüp de oradaki bir zerdali ağacının altında iki gün aralıksız, yemeden içmeden yatarak köylülere son kez görünene kadar.

Bu sahne şairin dizelerine ileride bir ikona havası verecektir,               "yaralarımda tuzlu kan              bir garip fısıltı              Meryem Ana dudağında"   ya da aynı türden başka dizeler. Hani ikonalarda sık sık gördüğümüz Meryem Ana ve kucağındaki masum Hz. Isa bebe vardır ya, bu alenen bilinçaltından kendi yaşantısına çekmeyi denediği paralelden başka birşey değildir.

Privacy, Security, Society - Computer Science for Business Leaders 2016

Kaderin gaddar kırbacı suratında ve apışarasında binlerce kez şaklayan masum kız, kendisini, nicedir hasretini çektiği köyüne kıyak, kuyruklu, havalı bir amerikan arabasıyla getirmek inceliğini gösteren pezevengini de iki gün köy yerinde ağaç eder. Yıllar geçer, iyice palazlanan delikanlı kendisine hem ana hem de maşuk muhabbetiyle yaklaşan bu bahtı kara kızı hiç mi hiç unutmaz. Bu yaşantısının efsanevi yanı her zaman ağır basar.

Çocukluğuna dayanan bu gelişmeler, daha önce de belirttiğimiz gibi, şairin kösnül aurasının erken oluşumunu sağlamıştır. O ne denli bunları bastırmak istese de, bu yöndeki dürtülerine pek söz geçiremez. Aslında efendi, uslu, aklı selim şeyler yazıp cemiyete yararlı olmak ister, lâkin kerhen yarattığı atmosfer ve edebi çeşni ile daha yararlı oluyor bence. Onun hınzırlığını deşifre edebilmem için tam 7 yıl gerekti, hem de sorunlu, bölük pörçük 7 yıl, ama bunların üzerinde durmak iktiza etmez.

Şairin -kelimenin tam anlamıyla- başında üç büyük bela vardır. Bunlardan ilki, kimi zaman yazmasına önayak olan, bu aşama öncesi adeta bir marş motoru vazifesi üstlenen bir illettir. Bu illet, özellikle havalar iyiyken azıp ve dahi cevfi enfinin bentlerine sığmayıp taşan saman nezlesidir. Böyle esnada kaleme aldığı dizeler deruni nalan nağmelerdir. Acılarını abartıp estetize eder; gördüğü, yaşadığı, düşündüğü, hissettiği herşeyi olduğu gibi otantik acılarını da sanat bazında değerlendirmekten geri durmaz.

Kimselere lâyık görülmemiş ezayı tek başına çektiğini, bu nedenle beşeriyet dahilinde ve namına müstakil bir mertebede olduğu zannındadır. Böylesi garip duygu arenası içinde kendiyle ve hemcinsleriyle boğuşur, ama hep vakurdur ve tepkisi asla mülakat yoluyla olmaz, aksine yazılı sözle olur.

Ikinci büyük derdi, iki yıldır üniversitedeki grubuyla birlikte üzerinde çalıştığı Klabund edisyonudur. Yıllar geçtikçe dallanıp budaklanan bu proje içinde sanki günün birinde, tinsel bir girdabın içinde alabora olacak gibi halleri görülür arada bir. Sürekli yakındığı anlar olursa bilinmelidir ki, yine Almanya'nın ücra bir köşesinde moruğun birinde Klabund'un bir mektubu olduğu tüyosunu almıştır. Zaten apar topar oraya gitmesinden başka, bu hareketinin öncesinde ve sonrasında yakınma sahnelerinin malzemesi peyda olmuştur artık. Şair bu arada Alman edebiyatının haşin, gaddar ve buldog bekçisi Reich-Raniczki?

Profesörü bay Roloff, şairimizin edisyon çalışmalarından memnundur. Oysa onun gözü, Klabund'un türkçede, bırakın türkçeyi, almanca da bile hiç yayınlanmamış şiirlerinden bir güldesteyi derdest edip türkçeye çevirmek ve Türkiye'deki yayınevlerinde yayınlatmaktır. Ancak bu isteğine bilge Roloff'ça zimam vurulur, zira bu hareket bir nevî casusluk teşkil etmiş olacaktır ki, şiddetle nehyedilir.

Celallenir, mamafih edisyon çalışmalarının yayınlanmasından sonra mevzubahis şiirleri külliyen rafa kaldırmasa da günün birinde Türkiye'de de yayınlatmak üzere tinsel vitesini şimdilik rölantiye alır. Türkiye'de yayınlatmak deyince, şairimizin üçüncü derdine, belki de bam teline temas etmiş oluyoruz. Daha önce Türkiye'deki birtakım yayınevinin kendisini muhtelif yollardan katakulliye getirmelerinden kaynağını alan kullanılmışlık saplantısıdır; bunun hıncı, ondaki yazma şevkini daha da hızlandırır. Kimi akşamlar neonsuz meyhane köşelerinde birlikte alkolle iyice buğulandırdığımız ortamlarda bana, tertiplediği farazi tezgâhlardan bahsedip, o halimdeyken bile inceliğini havsalama sığdıramadığım paranoya numuneleri sergiler.

Elhasıl, onun bu tatlı ve yaratıcı hışmını bir yana bırakacak olursak biraz da yılın ayında kendini koyveren, genzinde gezdirdiği saman nezlesi onun haletiruhiyesini belirler.

Casus Telefon Konya

Evet efendim, şairimiz Mr. No'nun tecrübi alemini teşkil eden üçüncü ve son madde onun aklî tasarruflarından hülasa manevi haznedir. Yaşadıkça edindiği gani tecrübeyi bu hazneye nakleder, öyle ki, onu beynin altında bir yerde, frontal lobuna nispet yaparcasına pıt-pıt dolan sahte-sırça bir hipotalamus gibi düşününüz.

Burada günbegün biriken her damla tecrübe onun tecrübi aleminde en etkin olan türden değildir belki, fakat bunun zorunluluğu da yoktur açıkçası. Şiirde hiç bir zorunluluk olmadığı gibi hiçbir zorluk da yoktur. Şayet bir zorunluluktan veyahut zorluktan endaze manâsında bahsedeceksek karşımıza o vakit şiirinin ve mevcudiyetinin asgari inikâsı ve maddei iptidaiye babında kendi biçare bedeni huruç eder.

Tekrar onun rasyonal işlevinin, poeziyasına olan iştiraki yahut melhuz kösteği mevzusuna avdet eylediğimizde muayyen tesbitlerde bulunuyoruz. Bir kere yalan söyledikçe kötek yerine paye hakkeden tek edicinin şair olduğunu görelim, zira olayları çarpıttıkça, uydurdukça, hınzırlıklar yaptıkça, dili çatallaşır.

Bunları yaptıran mekanizma onun rasyosu değil de nedir? Pek tabii ki, çeşitli faktörleri göz önünde bulundurarak kaynatacaktır şiir aşını: Dolayısıyla hiç değilse bunları bir araya, üstelik de doğru oranlarda, yeterli sürede ve ısıda katıştırarak şiirini yapacak malzeme ve mutfak bilgisine sahip olmalıdır.

Gözümüzden şu kaçmamalıdır bu meyanda: O halde sorun şiirde belirli bir ölçünden ziyade belirli bir teknik tutturmaktır. Bu tekniğe boyun eğmeyen kimi istisnalar şairi de okuru kadar şaşırtmaya yarayabilir ancak. Bütün bu çetrefilli ilişkileri elinde Ariadne'nin yumağı olmaksızın düzenleyen ve her seferinde şiire başladığı noktaya dönebilmesini sağlayan onun aklî yaptırımlarıdır.

Bu tespiti bir yana bırakırsak şairlerin kendileriyle olan bir sorunlarına da değinmek mecburiyeti zuhur ediyor. Şairler çoğu zaman "entelligent" ile "entellekt" sözcüklerinin anlamları karşısında kendilerini adeta kaderin, çoğu zaman hunhar olmayı tercih eden kollarına terkederler, hâttâ sizi temin ederim ki, aralarında bilgisizliklerinden dolayı bunu dahi yapmaktan aciz olanları vardır.

No ise şiirinde bu olguyla boğuşur, şiirinin ulaşacağı yeri aklıyla tayin eder, kısacası şiirini kurar; başlangıçta duygusal bir çıkış yapsa da vardığı yere bilgi yoluyla ulaşır; çok olmasa bile yer yer özdür yansıması: Multum, non multa [ Geleneksel olarak öğrenme ediminin "genişliğine değil, derinliğine" gerçekleşmesini salık veren deyiş, aslında "Aiunt multum legendum esse non multa" olarak ilk kez Plinius tarafından telafuz edilmiştir, bkz. Lessing "Emilia Galotti" 1, 5: Plinius bu sözü Quintilian'ın "Multa magis quam multorum lectione formande mens" sözlerinden de devşirmiş olabilir ].

Yukarıda, bu madde içerisinde "şiir yapma" ve "şiir kurma" deyişlerini belirgin kıldık. Şairin şiirine olan rasyonel katkısı salt bu düzeyde kalmak zorundadır, aksi taktirde pedant ve dominant olmaya yönelecektir ki, bu da onun, şiirin estetik aortasından ırak düşüp kılcal damarlarında yok olup gitmesine neden olur. Bu sahada şairin deruni topografyasını belirlemeye çalışacağız. Atilla operaların ve filmlerin kahramanı oluyordu.

Aynı şeyler Edda'nın atlı şarkıları, Walthari ya da Hildebrand şarkıları için de geçerli. Burada Hunların Kralı soylu vasallar, maceracılar ve temsili misafirlerle birlikte muhteşem bir maiyet oluşturuyor, ancak diğer aktörler başrolleri oynuyor. Takip eden yüzyıllarda da Bizans İmparatorluğu'nun kaderi göçebe halklara bağlı olmaya devam etti. İşte bu yüzden bu halklar Latin Batı kaynaklarında değil Rum kaynaklarının tekrarlanan temalarıydı: Bazı kayıtlar, mesela John Biclarensis ya da Sevillalı İsider çok az bilgi içerirken, Fredegar kayıtları ya da Paulus Diaconus'unkiler daha fazla ayrıntı sunuyor.

O zamana kadar tüm step halkları için "İskitler" terimi kullanılıyorken artık "Hunlar" terimi kullanılmaya başlandı. Beda onu Avarlarla özdeş olarak da kullanıyordu. Nüfuz alanları ile ilgili görüşmeler bir sonuca ulaşmadı ve yılında Frenk Kralı savaşa karar verdi. Bu ve bunu izleyen yıllardaki diğer harekatlar, Karpat havzasındaki Avar Hanlığı'nın yıkılmasına yol açtı.

casus sancti galli

Lorsch manastırının yıllıklarında da kanıtlandığı gibi: Hıristiyanlığın savunucusu olan ve Avarların hakkından gelen Charlemagne, Roma imparatorlarının saygıdeğer varisi olduğunu kanıtlamıştı. Frenk savaşçılarının hemen ardından Tuna havzasına misyonerler geldi ve toplu vaftizler başladı; çağdaş bir yazar eski vahşilerin alçakgönüllülükle imana geldiğini yazıyordu. Tekrarlanan isyanlar, ayaklanmalar ve artan sayıda Slavın Pannonia'ya akması Frenklerin bölgeyi sürekli siyasi kontrolde tutmalarını ve tamamen Hıristiyanlaştırmalarını imkansız hale getirdi.

Muhtemelen Bulgar İmparatorluğu yöneticileri Hıristiyan olduktan sonra Avrupa sisteminin bir parçası olan, Frenk ve Bizans İmparatorlukları arasındaki bir güçten daha fazlası olarak değerlendirilmiyordu. Latin Batı'da Bulgar İmparatorluğu ve onun sakinlerinin yaşantısı hakkında çok az şey biliniyordu. Büyük Alfred'in "Orosius"u Dünya'yı tasvirinde 9.

Orta Çağ boyunca zaman zaman Bulgarlar Papaların ilgisini çektiler, çünkü Bulgar Çarı, Bizans ile Birleşik Kilise kurma çabalarında arabulucu olarak görülüyordu. Ancak Bulgarlar sonunda Rum Kilisesi'ne döndüklerinde Roma'nın gözünde hizipçi haline geldiler ve bundan sonra Rumlarla birlikte anıldılar.

Batılı yazarlar Macar kavimlerini Hun ve Avar geleneğinden gelen başka bir bela olarak sınıflandırıyorlardı; bu sık sık onları isimlendirdikleri şeydi. Bazen, Rum yazarlardan da etkilenerek onları İskitler ya da Türkler olarak da adlandırıyorlardı. Metinler göçebelerden, kendilerinden önceki diğer step savaşçıları gibi saldırılarında hafif, hareketli güçler kullanan bileşik yaylı okçular, avcılar ve pastoralistler olarak bahsediyor. Diğer yandan yemek yeme alışkanlıkları ile başlayan Hıristiyanlığın kirli ve kana susamış düşmanları ile ilgili bütün klişeleri buluyoruz: Bazı yazarlar bu anthropofagia'yı ayinin bir parçası olarak görürken diğerleri bu tavizi vermeye dahi yanaşmıyorlar.

Hayatlarına kastedebilecek her türlü tehlikeden habersiz açgözlü atlılar, yakalayabildikleri herşeyi alıyorlardı. Yazarın kelimelerinde bu adamın liderlik vasıflarına ve başarılarına karşı bir saygı sezilir. Ekkehard'ın Saint Gallen manastırına yapılan bir saldırı ile ilgili raporunda mizahi unsurlar bile vardır. Papazlar ve biraderler hazineleriyle birlikte emin bir yerde olmayı başarmışken akli yönden sakat bir birader ayrılmayı istememişti. Ama steplerden gelen atlılar ona kibar davranmış, savaşçıların ziyafetine katılmasına ve hatta keyfini çıkarmasına izin vermişlerdi.

Bu metinlerin diğer bir amacı da insanları gerçek kahramanların özellikleri hakkında bilgilendirmektir. Bu akınlar sıklıkla istilacılara karşı direnişi örgütlemiş ve bu yolda şehit olmuş ulu insanlar hakkında bilgi verir. Henry tarafından Macarlara karşı alınan önlemler O'nun ileri görüşlülüğünün kanıtı sayılmıştır. Henry bundan dolayı 'teki Unstrut Muharebesi'nde ödüllendirilmiştir. Otto'nun Augsburg yakınlarındaki Lechfeld'de kazandığı zafer ayrı bir öneme sahiptir, çünkü Macar akınlarına son noktayı koymuştur.

Otto bu zaferden sonra inançsız paganlara karşı İsa adına savaşan biri olarak yüceltilmiştir. Bu zafer Roma İmparatorluğu'na göz diken Alman Kralı'na İtalya'daki çıkarlarına yoğunlaşma fırsatı vermiştir. Alman tarihçiler için yılı destansı öneme sahiptir. Askeri eylemler yerini diplomatik ilişkilere ve Roma Katolik Kilisesi'nin Hıristiyanlaştırma çabalarına bırakmıştır. Steven'in taç giymesi ve vaftiz olmasıyla Macar monarşisi Batı soyluları arasında yerini almıştır.

Toprağa bağlı bir nüfusu olan ülkenin siyasi bir kurum haline dönüşmesi süreci başarıyla tamamlandı. Bu değişim tarihi metinlere de yansımıştır: Bu yeni yaklaşımın bir örneği Merseburglu Thitmar'ın Kral Steven'i öven yazılarında bulunabilir. Daha sağgörülü bazı Batılı hükümdarlar bu tür saldırılara karşı hazırlıklı olmak istiyorlardı. Innocent inisiyatifi ele aldı ve Moğollar konusunda elde edilebilecek tüm bilgiyi toplattı ve olası soruları kapsayan katologlar hazırlayacak olan komiteler oluşturdu. Tatar Sorunu 'teki Lyon Konseyi'nin gündemindeydi.

Kardinaller Papa'nın misyonunu sürdürmeye karar verdiler ve söz konusu katalogda adı geçen dokuz maddeyi araştıracak öncü birlikler gönderdiler. Bu maddeler sırasıyla şöyleydi: Yabancıların kökeni, inançları, dini ritüelleri, yaşam tarzları, güçleri ve sayıları, niyetleri, bir anlaşmaya varma konusundaki kararlılıkları, elçileri kabul ve onlara davranışları.

Söylenti ve efsanelerle dolu bir dönemden sonra bağlantı ve karşılıklı etkileşim gezginlere o ana kadar tamamen bilinmeyen bir dünyanın kapılarını açtı. Uzakdoğu'daki insanlar ve ülkeler hakkında bildirilen kapsamlı raporlar Avrupa'da daha sonraları dünyanın algılanışını kökten değiştirecek bir bilgi dağarcığını oluşturdu. Bu gözlemlerin iki sonucu kesin olarak doğruydu: Asya'da gerçekten incelenmeye değer kültürler vardı ve fakat atlılara dikkat etmek gerekiyordu.

Göçebe savaşçıların Apocalypse'in çocukları olmadıklarının anlaşılması bir rahatlama yarattı. John göçebelerin kendilerini Moğol diye adlandırdıklarını farketmişti, ama kendisi tıpkı Avrupa'da olduğu gibi onlara Tatar demeye devam etti. Gerçek adlarının Tattari olduğunu anladığında ise onları cehennemle özdeşleştirmenin büyüsü gitti.

Casus sancti galli

Bununla beraber Hakkın yoluna geleceklerine dair ümitlenmek için hala bir neden var idiyse bu egemenlikleri altındaki bir avuç Hıristiyana gösterdikleri hoşgörü ve destekti. Moğolların din değiştirdiğine dair söylentiler de bu iddiayı destekler görünmektedir. Bu söylentilerin yayılması için özellikle çalışanlar Doğulu Hıristiyanlardı, çünkü böylelikle Batı'nın ilgisini çekebileceklerini ve onu Müslümanlara karşı harekete geçmek üzere kışkırtabileceklerini düşünüyorlardı. Eserdeki inanılmaz miktarda bilginin hepsini burada ele almak mümkün değildir.

Ancak araştırmacılar, eserin etnografik gözlem açısından eşsiz nitelikte olduğu konusunda birleşirler, varılan sonuçlar o kadar sağlıklıdır ki bugünün verileri ışığında da aynıları elde edilmektedir. Historia Mongalorum Moğolların Budizmi kabul etmeden önceki erken step kültürlerine dair yapılmış en iyi çalışmadır. Yazılarında hissedilen samimi sempati günümüz okuyucusunu bile etkiler ve harekete geçirir. Moğolların Asya'da hakim güç olarak kaldıkları zaman boyunca yabancılar Büyük Han'ın korumasında oldukları için bölgede kalmak güvenliydi.

Misyonerler ve tüccarlar da bu hareket özgürlüğünü Çin'deki Yüan hanedanının 'deki yıkılışına kadar bol bol kullandılar. Tüccarlar kumaş, baharat ve lüks tüketim mallarının ticaretinin yüksek miktarlardaki yatırıma değecek kadar karlı olduğu Hindistan ve Çin'e uzun, riskli gemi yolculukları yaptıkları halde, rakiplerinin eline rotaları ve pazarlar hakkında yararlı bilgi vermemek gerekçesiyle bu gezileri hakkında yazmakta mütereddit oldukları için onlar hakkında dolaylı yollardan bilgi alabiliyoruz.

Bu konuda yazılanların en bilineni Pordenone'li Odorico'nun Relatio'sudur. Ayrıca Büyük Han'ın Hıristiyanlık için de çok değerli olan adalet, yumuşaklık, fakirlere yardım gibi ruhani özellikler taşıdığı belirtilmiştir.

  • facebook takip acma yeri;
  • .
  • casus yazılım yüklemek.

Bunlar, sınırsız zenginliği ve engin gücü Tanrı vergisi olabilirdi. Bu saptamadan sonra artık Hıristiyanlığa yönelik bir tehditten bahsedilmez olmuştu. Büyük Han'ın sarayının herşeyi ezip geçtiğini ve gücünün eşsiz olduğunu kabul eden Marko Polo, Han'ın kendisi için de o ünlü 'Beyler beyi' tanımlamasını yapmıştır. Böylece Moğolların Avrupalılar gözündeki imajı 'her çeşit suçun hilekar kışkırtıcıları'ndan bir tür kusursuzluğa dönüşmüştür. Önceki ve sonraki gezilerdeki bu algılamalardaki farklılaşmalar değişen koşullarla ilintilidir.

Plano Carpinili John ve Rubruklu William düşman topraklarına ilk girenler oldukları için yabancılara karşı ihtiyatlıydılar. Hükümdarların saraylarında kalış süreleri kısa olduğu için kısıtlı bir fikir edinebilmiş olmalarının yanı sıra dil de önemli bir engeldi. Öyle ki bu ilk gezginler yalnızca kendilerine bilgi verenlerle sınırlı kalıyorlardı. Ayrıca törenler ve hükümranın kutsallaşmış kişiliği de Moğol dünya görüşünün ne kadar farklı olduğunu gösteriyordu. Moğolların tenha steplerdeki tutumlu yaşayışları, onların kibirli bir duruma gelmelerine yol açacak bir dünyayı fethetme idealleriyle uyumlu değildi.

Oysa Marko Polo ve Çin'e giden misyonerler, orada çoktan hükümranlığını kurmuş olan Han'la karşılaştılar. Han'ın engin zenginliği ve muazzam gücünü gösteren sarayı ışıltısıyla o kadar gözalıcıydı ki, hükümdara tapınmak yapılacak en doğru şeymiş gibi gözüküyordu insanın gözüne. Bu sonradan gelen grup çok daha uzun süreler kalıp dillerini ve daha birçok şeyi öğrenecek fırsat buldu.

Onlar için Han Hıristiyanlığın düşmanı olmaktan çıkmış, hatta giderek yakında vaftiz olması umut edilir biri haline gelmişti. Asya'ya seyahat edenlerden edinilen zengin bilgi kaynaklarına göre Avrupa toplumu kendilerinin işine en iyi ne yarayacaksa onu alacaklardı.

Plano Carpinili John ve Rubruklu William gibi yazarların daha objektif olan gözlemleri, Marco Polo ve Pordenoneli Odrich'in fantastik hikayelerinin yanında okuyucular ve dinleyiciler arasında daha az popülerdi. Fakat her seferinde yakın bir ittifakın kurulmasından önce Curia Hıristiyanlığa geçilmesini istemiştir, ki sonradan bu istek seyahat raporlarında belirtilenlere dayanarak gayet gerçekçi görünüyordu.

Ama Papalar artık Avrupalı hükümdarları geniş çaplı bir haçlı seferine çağıramayacaktı, bu yüzden İlhanlılarla müzakereler karşılıklı diplomatik notalar göndermekle sınırlandırıldı. Moğol hükümdarlarının bu kadar güçlü olmayı ve bu kadar inanılmaz serveti biriktirmeyi nasıl başardıklarını bilmek istiyorlardı.

Buna istinaden, Burgundy Dükü Korkusuz John için hazırlanan birkaç gezi raporunun de lüks basımındaki Boucicaut Master'ın elyazması tezhiplerinden bildiğimiz gibi, Büyük Han'ın sarayı onların kendi başarılarının bir göstergesiydi. Doğru, askeri karşılaşmalar göçebe aşiretler zamanındaki gibi değil artık, ama Hun veya Macar barbarları merkezli bir düşman imajı yaratılmıştı ve bu durum Avrupa'nın res publica christiana olarak kendi kimliğini bulmasına yardımcı olmuştur. Türkler, kendilerinden önce gelenlerden farklı olarak, İslam'ın cisimlenmesi olarak görülmüş ve bu sebeple Hıristiyan dünyasına bir tehdit olarak algılanmıştır.

Seferler 'da Macar Kralı Sigismund'un önderliğinde başladı ve Nikapolis yakınlarında büyük bir yenilgiyle sona erdi. İstanbul'un kaybedilmesinden sonra Türk hükümdarları Hıristiyan karşıtına benzetildi. Zalim Türk, pagan, saldırgan ve kilise düşmanı imajı Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Hıristiyan kölelerin akıbeti ile ilgili önyargılı söylentilerle daha bir yerleşti.

Türkleri betimleyen resimlerde kutsal kitaptan Massacre of the Innocents Masumların Katli gibi motifler kullanıldı, Albrecht Dürer, Pilate'ı bir Türk sultanı olarak resmetmişti. Bir başka popüler araç ise "Türk-kitapçıkları" diye adlandırılan, tamamiyle sorgulanmadan, otantik veya uydurma savaş ve gezi haberlerinden oluşturulmuş yayınlardı.

Bunların halk arasında öyle güçlü bir etkiye sahiptiler ki İmparator I. Maximilian'ın Alman danışmanları Fransızların "kendi asılsız iddialarına halkı inandırmak için mektup ve notalarla yaymayı adet edindiği" yalan ve uydurma haberler üzerine yorumda bulunmak zorunda kaldılar. Onlar kârlı Levent ticaretine devam etmeye niyetliydiler ve Türk olan herşeyle ilgileniyorlardı. Tüccarlar kendi ülkelerindeki tekelden kaçmak istedikleri için umutlarını Osmanlı İmparatorluğu'na bağlamışlardı. Paralı askerler ve köylüler kendi baskıcı rejimlerinden kaçıyorlar ve Sultan'ın yönetimi altında daha çok özgürlüğe kavuşacaklarını umuyorlardı.

Martin Luther bu insanlardan şöyle yakınıyordu: Osmanlı Devleti'nin başarısı ve din konusundaki hoşgörüsü takdir edildi. Menschliche Vorstellungen und Meinungen als Dimension der Vergangenheit. Bemerkungen zu einem jüngeren Arbeitsfeld der Geschichtswissenschaft als Beitrag zu einer Methodik der Quellenauswertung. Archiv für Kulturgeschichte 61, , s. Vortrâge und Forschungen 35, , s.

Son Yazılar

Ekkeharts IV Casus Sancti Galli - E-kitap yazarı: G. Meyer von Knonau. Bu kitabı bilgisayarınızda, Android, iOS cihazlarınızda Google Play Kitaplar uygulamasını. Ekkehart's IV. Casus Sancti Galli nebst Proben aus den übrigen lateinisch geschrieben Abtheilungen der St. Galler Klosterchronik - E-kitap yazarı: Ekkehard IV.

Der Westfeldzug aus mongolischer Sicht. Beitrâge zur Mongolenschlacht bei Liegnitz und zu ihren Nachwirkungen, , s. Drei Texte zur Geschichte der Ungarn und Mongolen, , s. Die Mongolengeschichte des Johannes von Piano Carpine, , p. Rolls Series 57, Vol. Uzun zamandır iki taraf da olayları kendi çıkarlarına gore yorumladılar. Die Mongolen in abendlândischer Sicht Ein Beitrag zur Völkerbegegnung, , s. Joachim Dietze, , s. Auf der Suche nach der Wirklichkeit. Die Mongolen und die europâischen Erfahrungswissenschaften im Historische Zeitschrift , , s.

Matthew Paris Louis'e göre: De fidei 2, 16, The Huns, , s. Historiae adversus paganos, 7, 33, Epistulae 60, 16, De gubernatione Dei, 4, Corpus scriptorum ecclesiasticorum latinorum Academiae Vindobonensis 5, Schriftquellen zur Völkerwanderungszeit im pannonischen Raum von ­ n. Germanen, Hunnen und Awaren-Schâtze der Völkerwanderungszeit, , s. Attila-Das Hunnenreich und Europa, , s. Attila-Flagellum Dei, Etzel, Atli. Zur Darstellung des Hunnenkönigs in Sage und Chronistik, Ein Steppenvolk in Mitteleuropa n.

The Attitude of the West towards the Avars. Acta Archaeologica Academiae Scientiarum Hungaricae 28, , s. Zeitschrift für slavische Philologie 33, , s. Die Awarenkriege Karls des GroBen Militârhistorische Schriftenreihe 61, MGH Poetae 1, , s. Das Bulgarenbild im europâischen Mittelalter. Bulgarisch-frânkische Beziehungen in der ersten Hâlfte des IX. Byzantinobulgarica II, , s. Bulgarien und die Balkanhalbinsel in den geographischen Vorstellungen des angelsâchsischen Königs Alfred des GroBen Byzantinobulgarica IV, , s.

Das Papsttum und Bulgarien im Mittelalter 9.

  1. telefon takip uydu.
  2. Son Yorumlar.
  3. Full text of "Iranisches Namenbuch".

Der Eintritt des ungarischen Stâmmebundes in die europâische Geschichte , ve P. A History of Hungary, Die Ungarneinfâlle im Bild der Quellen bis Von der 'Gens detestanda' zur 'Gens ad fidem Christi conversa', Gesta Hammaburgensis ecclesiae pontificum. Meyer von Konau, , s.